Dağların hareketliliği, kıtasal hareketlilik ve dünyanın kazığı olan dağların köklerini anlamlandırmaya çalışalım.
Dağlar, yeryüzü kabuğunu meydana getiren çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda oluşur. İki tabaka çarpıştığında daha dayanıklı olan diğerinin altına girer. Yukarıdaki tabaka kıvrılarak yükselir ve dağ meydana gelir. Alttaki tabakanın yerin altında ilerlemesiyle de aşağıya doğru derin bir uzantı dağ kökü oluşur. Bilimsel bir kaynakta dağların bu yapısından, “kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yer kabuğu mantoya derinlemesine saplanır.” şeklinde söz edilir.
“Dağların yeryüzünde görünen kısmından çok daha büyük olan kökleri, yerin altında görünmez bir durumdadır. Dağların yerin altındaki kökleri, dağın görünen kısmının 10-15 katına kadar çıkabilmektedir. Örneğin Dünya’nın en yüksek noktası olan Everest Tepesi, yerin 9 km kadar üstündedir, oysa bu noktanın yerin altındaki kökü 125 km civarındadır. Burada 125 km uzunluk bize uçuk bir rakammış gibi gelebilir. Ama günümüze baktığımızda gemileri dengeleyen mizane direği, geminin büyüklüğü ile nasıl doğru orantılı ise dağın kökü ile orantısı da aynı mantıktan gelir. Dağların kökü Arşimet kanunları çerçevesinde dağların görünür kısmına destek olmaktadır. Dağların Yer kabuğunun genel dengesini sağlamadaki etkisi izoztesi (isostasi) olarak tanımlanır. Bilim adamları George Biddell Airy ve John Henry Pratt özelde farklı yorumlasa da genel anlamda bu durumu “İzostasi“ ile açıklamaktadırlar. “İzostazi, dengelenme olarak da bilinir, yer kabuğunun büyük bölümleri arasındaki kuramsal denge durumudur. Bu büyük bölümlerin yüzeyin yaklaşık 110 km altında uzanan daha yoğun bir katmanın üzerinde yüzdüğü varsayılır. Bu katmandan yüzeye doğru yükselen aynı en kesit alanlı sütunların, yüzeye bakan bölümlerindeki malzeme bileşimi ve yükseklikleri farklı olsa da, Yer üzerinde her yerde aynı ağırlıkta olduğu kabul edilir. Bu, deniz düzeyinin üstünde bir kütle fazlalığı, örneğin bir dağ sistemi varsa, sütunun deniz düzeyi altındaki kök bölümünde de bir kütle eksikliği vardır anlamına gelir.”(1) Özet alarak İzostazi, Jeoloji’de dağların Dünya yüzeyinin altında oluşturdukları yer çekimser kuvvet sayesinde yer kabuğunun genel dengesinin sağlanmasıdır.ABD Bilimler Akademisi eski başkanı Frank Press dağları, kökünün çoğu toprağın derinliklerinde olan çiviye (wedge like shape) benzetir. Dr. Press dağların fonksiyonlarını uzun uzadıya anlatır ve onların yerkabuğunu stabilize etmekteki önemli rollerine dikkat çeker. Bu bilgi Kuran’ın 14 asır önce verdiği bilgilerle tamamen aynıdır. (2)
Kur’an-ı Kerim bu olayı ;
“Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (Nebe 6-7)
şeklindeki ayetiyle bizlere haber veriyor.
Yine 20. yüzyılın başlarında Gökbilim, meteoroloji ve yerbilim alanlarında çalışmalar yapan Alfred Wegener isimli Alman bir bilim adamı, Kıta kayması kuramını ortaya koymuştur. Yeryüzündeki kıtaların Dünya’nın ilk dönemlerinde bir arada bulunduklarını, daha sonra farklı yönlerde sürüklenerek birbirlerinden ayrılıp uzaklaştıklarını öne sürmüştür. Ancak jeologlar, Wegener’in haklı olduğunu onun ölümünden 50 yıl sonra yani 1980’li yıllarda anlayabildiler. Wegener dağların hareket ettiğini yani kıtaların kaydığını kitabında “Yeryüzündeki kara parçaları yaklaşık 500 milyon yıl önce birbirlerine bağlıydılar ve Pangaea ismi verilen bu büyük kara parçası Güney Kutbu’nda bulunuyordu. Pangaea’nın parçalanmasıyla ortaya çıkan bu kıtalar sürekli olarak kara ve deniz arasındaki dağılımı değiştirerek, yılda birkaç santimetrelik hızlarla Dünya yüzeyinde sürüklenmektedirler.” (3) şeklinde anlatıyor.
20.yüzyılın başlarında yapılan jeolojik araştırmalar sonucunda keşfedilen yer kabuğunun bu hareketi bilimsel kaynaklarda şöyle açıklanmaktadır: Yer kabuğu ve üst mantodan oluşan 100 km. kalınlığındaki Dünya yüzeyi “tabaka” adı verilen parçalardan oluşmuştur. Dünya yüzeyini oluşturan altı büyük tabaka ve sayısız küçük tabaka vardır. “Tabaka tektoniği” adı verilen teoriye göre bu tabakalar kıtaları ve okyanus tabanını da beraberinde taşıyarak Dünya üzerinde hareket ederler. “Kıtasal hareketin yılda 1 ile 5 cm. civarında olduğu hesaplanmıştır.” (4) Tabakalar bu şekilde hareket ettikçe Dünya coğrafyasında değişiklikler meydana gelir. Örneğin, Atlantik Okyanusu her sene biraz daha genişlemektedir.
Kur’an-ı Kerim bu durumu “Sen dağları görürsün de onları sabit sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler.”(Neml Suresi: 88)
“Denizlerde yüce dağlar gibi gemilerin yürümesi de O’nun kudretinin delillerindendir.” (Şura 32) şeklinde açık bir şekilde 1400 sene öncesinden, dağların göründükleri gibi sabit olmadıklarını ve sürekli hareket halinde bulundukları bildirmektedir.
Burada ayrıca dikkat çekmek istediğim nokta: Allah-u Teâlâ’nın dağların hareketini ayette “sürüklenme” olarak ifade etmiştir. Çok ilginçtir ki, bilim adamlarının bugün bu hareket için kullandıkları İngilizce terim de “continental drift” yani “kıtasal sürüklenme”dir. Kur’an’ın ifadesiyle, bilim adamlarının kıtaların hareketine verdikleri isim aynıdır. Kur’an da bilim adamları da bu olaya “sürüklenme” ismini vermişlerdir.
Allah-u Teâlâ ayet-i kerimede bizlere, bilimin ancak 20. Yüzyılda keşfettikleri dağların yere doğru köklerinin olması, böylelikle kazık görev gördüğünü ve dağların hareket ederek kıtasal kaymalara sebebiyet verdiği gerçeğini açık bir şekilde bizlere bildirmiştir.
Tüm bu bilimsel gerçeklere baktığımızda anlaşılıyor ki jeolog ve fizikçilerin varmış olduğu sonuç birçok bilginin birikimiyle, bir zincirin halkası şeklinde birbirini izleyip, üst üste yükselirken Kur’an’ı Kerim’de ise bu durum direk sonuç şeklinde sunmuştur. Çünkü her şeyi bilip yaratanın bu şekilde sunması beklenir.
Kur’an’ı Kerim’in insan lafzıdır şeklindeki ithamlara, diyorum ki; övgüyle insanların bitiremediği dünyanın en ünlü Jeologları sayılan Charles F. Richter, G. B Airy, Norman L. Bowen, Philip Abelson, Maurice Ewing, Charles Lyell gibi Dünya tarihinin en büyük jeolog dehaları gözlemleriyle, formülsel uğraşlarla ve bunca gelişmiş teknoloji ile ancak 20. YY ’da buldukları bu bilimsel gerçekleri bundan 1400 sene önce indiğini bildiğimiz Kur’an’ı Kerim’in insan lafzı olduğunu söylemek emin olunuz ki bunca bilimsel gerçekliği ile şuan ki modern bilime de aykırı bir söylemdir.
Kur’an’ı Kerim’in gerçekten mucizelerle dolu müthiş bir ilahi kitap olduğunu, içinde sadece dua, zikir, helal ve yasakların olduğu bir kitap olmadığı, aynı zamanda modern bilimin bugüne kadar bulduğu ve belki de daha bulamadığı bir çok sayıda bilimsel gerçekliği içeriyor. Bu yüzden Kur’an’ı Kerim’in ölülere okunup ve evin en yüksek yerine asılması gereken bir ilahı kitap olmadığını anlamak gerekiyor. Bu çerçevede İlk emri oku olan dinin mensupları olarak bizler daha çok ilahi kitabımızı okumalı, kendimizi geliştirerek bu ayetleri anlamlandırmalıyız. Çünkü okumak yol aramaktır vesselam!…
- Clarence Edward Dutton- 1958
- Kur’an Hiç Tükenmeyen Mucize-2016
- Kıtaların ve Okyanusların Kökeni- 1915
- Dağlardaki Mucizeler- Fuat TÜRKER- 2010
Özcan AKYÜZ

Yorumlar
Yorum Gönder